2 Ocak 2013 Çarşamba

yağmur durduğunda


cuma akşamı arkadaşlarla birlikte istanbul devlet tiyatrosu’nun yeni oyunlarından, avustralyalı yazar andrew bovell’ın yazdığı yağmur durduğunda adlı oyunu anadoluhisarı'ndaki salonda izledik. salon küçük ama sevimli ve en önemlisi her açıdan bize uygun. balkon kısımları hariç salon tıklım tıklımdı. 2 perdelik oyunda ilk perde bir saat, ikinci perde yaklaşık bir buçuk saat kadar sürüyor. cuma akşamı olmasının verdiği keyifle oturduk koltuklarımıza.

oyunda çocuk tecavüzcüsü bir baba olan henry law, kendisini çok seven karısının onu polise teslim etmek yerine akıl vermesiyle londra'dan adeta kaçarak kendine yeni bir hayat kurmak için avustralya'ya yerleşir, ancak hastalıklı alışkanlıkları burada da devam eder ve sonradan londra'da kalan oğlunun sevgilisi olacak gabriel’in erkek kardeşine tecavüz eder ve onu öldürür.  oyunda iki gabriel var, biri tecavüzcü babanın londrada kalan oğlu gabriel, diğeri ise avustralya'da öldürülen çocuğun ardından ailesi intihar eden genç kız gabriel. londra'daki gabriel kendisine sadece 1-2 kart atmak dışında bir bağlantısı bulunmayan babasının izini sürmek için avustralya'da 3 tarafı çölle çevrili sahil kasabasına gelir ve burada yol kenarındaki bir motelde çalışan diğer gabriel'le tanışır ve birbirlerine aşık olurlar. ancak genç gabriel babasının sırrını öğrenemeden trafik kazasında ölür. hamile olan eşi ise kazada onu bulan ve yardım eden adamla evlenir. çocuklarının adını gabriel koyarlar ama oyunda sıklıkla tekrarlanan “kendi oğlunu yutan roma tanrısı saturn” laneti onları takip eder ve babalar çocuklarıyla yüzleşemezler. taa ki oyunun başında gökyüzünden düşen balıkla karşılaşan gabriel’e kadar. o kendi oğluyla yüzleşir ve yüzleşme sonrasında yağmur için de dinme zamanı gelmiştir. 

oyundaki karakterlerin birbirleri ile ilişkileri, dekor ve kostümlerle değil de, sahnenin arkasına yansıtılan tarihlerle yapılan zaman geçişleri, başarılı bulduğum gerçekçi yağmur ve kar efektleri, başlangıçta oldukça kopuk gibi gözüken sahneler ama sonunda trajik bir şekilde birbirine bağlanan hayatlar... oldukça yavaş ilerleyen ilk perdede  karakterleri ve çok sıklıkla değişen zaman kavramını kafamızda oturtmaya çalışmama bağlı olarak açıkçası biraz zorlandım ve sıkıldım. ancak ikinci perdenin başlangıcında ortaya çıkan sırlar tüm taşların yerine oturmasını ve insanların hayatlarındaki trajediyi görmemizi sağladı. öte yandan oyunda sıklıkla karşımıza çıkan “aşk mı kaderi kovalar, kader mi aşkı??” bilmecesini çözemedim. aslına bakarsanız kim çözebilmiş ki…

oyun genel olarak bir dramı içeriyordu, ama ara ara çalan bob dylan’ın mutluluk veren ve bir anlamda ahbap'ın “the man in me” şarkısı oyundaki dramdan bir nebze de olsa uzaklaşmamızı sağladı.

tiyatroyu seviyorsanız gidip izlemeniz gereken oyunlardan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder