garip bir tedirginlikle uyandım ve cama yöneldim. gelmişti sonunda. çoktan
bahçemizin zeminini kaplamıştı. kışın ilk karı yağmıştı ve sen çoktan
gitmiştin. benden başka kimse bilmez, sen en çok kar yağarken güzeldin. bir an
önce çıkmam lazımdı evden, ama oyalanmak için de her şeyi yapıyordum. hatırlıyor
musun sözleşmiştik seninle, nerede
olursak olalım kimin olduğu yere ilk kar düşerse, diğeri işini gücünü bırakıp
oraya gelecekti. televizyonu açtım
çıkmadan. oraya da kar yağmış. şimdi oradasın ya nasıl da güzelsindir. allahın belası
şehir ve sen. atlayıp trene gelebilsem. imkansız biliyorum. çoktan sokağa
atmışsındır kendini. nefret ettiğin çamur grisine dönüşmesin diye karın rengi
basıp ezmeye de kıyamazsın. oysa benden başka herkese ve her şeye merhametli
olan sen istesen bile taze kar öbeklerini incitemezsin. eprimiş açık mavi
berenle, güve yeniği taklidi kaşkolunla ve melek hafifliğinde yürüyüşünle
nasılda güzel süzülürsün uçsuz beyazlığın üzerinde.
benimse işim zor. sensiz yağan ilk karla hesaplaşmam lazım. sıkı sıkı
giydirilmiş ve sadece burunlarının ucu görünen bebeklerin berelerini aralayıp
baktığımda, seninle beraber gördüğümüz boncuk boncuk gözleri görebilecek miyim
yine? peki bütün dünyadan saklandığımız odunpazarındaki parka nasıl içim
titremeden gidebileceğim ? ellerimi
yakan boza nasıl boğazımdan geçecek? konaktan bozma lokantaya kahve içmeye
gidersem yine ve ilkokul öğretmenine benzettiğin tonton teyze bana seni sorarsa
ne cevap vereceğim? hem ben eldiven takmam bilirsin ve ellerim hep üşür. hiç çıkarmayacakmıyım
ceplerimden? burnumun direği şimdiden sızlamaya başladı. kaç şişe kanyak içsem
sıfırdam başlarım ?
ali lidar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder